NURAL KÖŞKÜ VE NURAL AİLESİ

Vakfımızın kuruluş ana varlık fonunu oluşturan Nural Köşkü, Anadolu Yakasının en güzide tarihi yapıtlarından birisini oluşturur. Bugün eski ihtişamından hiçbir şey kaybetmeden Tepegöz sokaktaki yerini, hala muhafaza etmektedir. Köşk 1900 yılında Ali Refik Paşa tarafından Apostol Kalfaya (Apostolos Pisitikas) inşa ettirilmiştir. 

Köşk, Apostolos Pisitikas’ın kalfalık döneminde tamamlanmıştır. Ancak Apostol Kalfa, 1909 yılında Sanayi-i Nefise Mektebini bitirerek mimar olmuştur. Ölümüne kadar projelerinin tatbikatını yaptığı İstanbul’daki binaların sayısı oldukça fazladır.

Bu tarihi yapıtı, bitiminden birkaç sene sonra, Rukiye Sultan satın almış ve Sultan, yaşamının bir bölümünü burada sürdürmüştür. 

Rukiye Sultan, Osmanlı döneminde en kısa süre tahtta kalmış olan V. Murad’ın torunudur. V. Murad’ın beş çocuğu olmuş, Rukiye Sultan, bunlardan V. Murad’ın oğlu Şehzade Mehmet Selahattin Efendinin, Tevhide Hanım ile evliliğinden dünyaya gelmiştir. Sekiz kardeşten biri olan Rukiye Sultan 1885 yılında Şerif Abdülmecid Efendi ile evlenmiştir. Evliliklerinin bir kısmını Şerif Abdülmecid Efendinin babası, Şerif Ali Haydar paşaya ait olan “Şerifler” Köşkünde geçirmiştir. Daha sonra Rukiye Sultan ve Şerif Abdülmecid Efendi ile birlikte Rukiye Sultan Köşkü olarak anılan tarihi binayı satın alarak, buraya taşınmışlar ve Hanedanlığın 1924 yılında yurt dışına çıkartılmasına kadar, yaşamlarının bir kısmını burada sürdürmüşlerdir. 

Köşkte bir süre, Şehzade Mehmet Abid Efendi'nin de oturduğu bilinmektedir. Ancak bunun hangi dönemde gerçekleştiğini belirleyemedik. Bilindiği gibi Şehzade Mehmet Abid Efendi, II. Abdülhamid’in, Saliha Naciye Hanımefendi’den doğan en küçük oğludur. II. Abdülhamit tahtan indirildiğinde, henüz 4 yaşında olan Mehmet Abid Efendi, sürgün ve hapis yılları boyunca babasının yanında kalmıştır. Daha sonra Beylerbeyi Sarayında hapis hayatı, ardından da askeri eğitim görerek, subay olmuştur. 1924 yılında da diğer Hanedan üyeleri ile birlikte yurt dışına çıkarıldığında, henüz 19 yaşındaydı. Bu nedenle Köşkteki yaşamının çok kısa süreli olduğunu var sayıyoruz.

Köşk, uzun yıllar “Rukiye Sultan Köşkü” olarak anılmıştır. Ancak, yaklaşık 95 yıldır Nural Ailesinin ikametgahı olarak, ailenin mülkiyetinde kalmıştır. Bugün de Aile adına kurulan bir eğitim, kültür ve sanat vakfına hizmet vermek suretiyle işlevini sürdürmektedir. Bu nedenle hem “Nural Köşkü” hem de “Rukiye Sultan Köşkü”olarak isimlendirilmeleri, kuşkusuz bizler için aynı değerde önem taşımaktadır. Ancak, Nural Ailesinin Köşkte neredeyse bir asra yakın bir süre, malik olarak ikamet etmesi ve Köşkün bugün Anıtlar Yüksek Kurulunda “Nural Köşkü” olarak tescil edilmiş olması, “Nural Köşkü” olarak adlandırmayı daha haklı kılmaktadır.  Hepimiz için önemli olan; bu paha biçilmez tarihi yapıyı, bugün Nural Vakfıyla birlikte sonsuza dek yaşatmak ve buradan elde edeceğimiz gelirleri, Ülkemizin çok değerli gençlerinin eğitimine tahsis etmektir.

KÖŞK NURAL AİLESİ TARAFINDAN SATIN ALINIYOR


Ahmet Nuri Bey


Zeynep Hanım

Nural Ailesi, Köşkü 1926 yılında satın almış ve çocukları ile buraya yerleşmişlerdir. Halen Köşkün bahçesinde büstü bulunan Ahmet Nuri Bey (Nural) ve eşi Zeynep Hanım, Girit - Yanya’dan önce Erdek’e, sonra da İstanbul’a göç etmiş bir ailedir. 

Ahmet Nuri Bey, çok çalışkan, ne istediğini bilen, kararlı bir kişiydi. Ailesini geçindirmek için önce Sirkeci’de bir lokanta açarak işe başlamış, daha sonra bu işi yeterli görmeyip, sabun imalatına geçmiştir. Eminönü’nde kurduğu sabunhaneyi günden güne geliştirmiş ve zaman içinde İstanbul’un önde gelen tüccarları arasında sayılmaya başlamıştır. 
Ahmet Nuri Bey genişleyen ailesiyle birlikte önce 1920 yılında Kadıköy Yeldeğirmeni’ne taşınmıştır. Fakat bir süre sonra, taşındıkları yer aileye yetmez olunca, Ahmet Nuri Bey farklı çözümler aramaya başlamıştır. Bir süre Çiftehavuzlar’daki Çemil Topuzlu yalısı ile ilgilenmesine rağmen, sonunda o zamanlar Vehbi Bey sokağı olarak anılan ve şimdiki Tepegöz sokağında yer alan,   Rukiye Sultan Köşkünde karar kılmıştır. Aile, 1926 yılında önce kiracı olarak, daha sonra da Köşkü satın almak suretiyle bu güzel mekana yerleşmiştir.


NURAL KÖŞKÜ
  
Sokak tarafına oldukça geniş bir cephesi olan yedi dönümlük Köşke, bugün olduğu gibi işlemeli bir demir kapıdan girildiğinde, iki tarafı kestane ağaçları ile bezenmiş bir yolla karşılaşılır. Yolun solunda bir tenis kortu, sağında ise bağ ve yüksek bir duvarla ayrılan müştemilat ve “Selamlık” bölümü, onun yanında sera, daha sonra da büyükçe bir hayvan barınağı (ahır)  bulunmaktaydı. Köşk bu haliyle gerçek bir Sultan Köşkü görünümündeydi. 
Selamlık, Osmanlı Mimarisinin ayrılmaz yapı taşlarından birisini oluşturur.  Köşke gelen misafirler, önce burada karşılanır, gerekli nezaket kuralları uygulandıktan sonra, Köşke alınırlardı. Aynı uygulama Köşkten ayrılan misafirler için de geçerliydi.

Köşkün zemin katına, arka cephedeki mütevazi bir kapıdan, önce bir sahanlık ve ardından mermer döşemeli zeminle giriliyordu. Bu katta, yeri kırmızı karolarla döşenmiş altı oda, mutfak, tuvalet ve hamam vardı. Bahçeden elde edilen ürünler, odalardan birisinde depolanır ve kurutulurdu. Ayrıca iki merdiven altında yer alan boş alanlar ise odunluk olarak kullanılmaktaydı. O dönemde teshin yani ısıtma işi, ya odun veya kok kömürü yakan sobalarla çözülmekteydi. 

Zemin katından, birinci kattaki geniş sofaya açılan, ahşap bir merdivenle ulaşılıyordu. Bu katta da altı büyük oda, yine iki tuvalet ve bir de büyük hamam vardı. Hamamın kendine ayrılmış bir tuvaleti ve üst kata irtibatı sağlayan özel bir merdiveni bulunuyordu. Sultan Hanım banyosunu aldıktan sonra, bu özel merdivenle kimseye görünmeden, üst kata çıkabilirdi. Birinci katta, sokak cephesindeki üç oda birbiriyle irtibatlıydılar. Yüksek tavanlı odalar panjurlu pencerelerden aydınlık alıyordu.  Zemin kattakiler hariç, odaların tümünün duvarlarında, Osmanlı sanatının güzel örneklerinden birini oluşturan, sıva üstü renkli kalem işleri yer almaktaydı. Tablo yerine geçen bu güzel eserler, günümüze kadar muhafaza edilmiştir.  

Güney tarafını kuzey yönüne bağlayan koridor, çift kanatlı, üç metre boyunda, katedral camları ile donatılmış kapılarla birbirinden ayrılmıştı. Sofalardan ikinci kata çıkmak için iki merdiven vardı. Bunlardan biri çok geniş ve görkemli bir görünüme sahipti. Kuzey tarafında yer alan merdiven ise biraz daha mütevazı boyuttaydı. Sofalar ve merdivenlerin tüm çevresinin, biraz önce değindiğimiz katedral camlardan oluşması ve yapıya aydınlığın bu muhteşem yüksek pencerelerden gelmesi, mekana ayrı bir güzellik katıyordu. Güney tarafındaki merdiven pencerelerinin camları yeşil, kuzey tarafındakiler ise maviydi. 

İkinci katta da birinci katta olduğu gibi altı büyük oda, iki tuvalet ve hamamın üstüne isabet eden bir oda daha vardı. Güney tarafındaki sofada kuyruklu “Bechstein” bir piyano bulunuyordu. 

Tavan katına çıkmak için kuzey tarafındaki sofada yer alan bir merdiven kullanılıyordu. Tavan arasında, balkonlarla irtibatlı iki büyük oda daha vardı. Tavan arası da sayıldığında, Köşk kitaplarda yazılanın aksine, gerçekte dört katlıydı. Bu balkonlardan her bayram bayrağımızın dalgalandırmak,  Aile için neredeyse bir tradisyon haline gelmişti. Bu yapılanmanın günümüze kadar muhafaza edilmesi, gerçekten memnuniyet verici bir olaydır.

Köşkün arka bahçesinde ise 16 metre derinliği olan ve rüzgar gücü ile çalışan pervaneli bir sulama tesisi bulunuyordu. Ayrıca bahçenin muhtelif yerlerinde kuyular bulunmaktaydı. Yaz veya kış mevsimine göre, ailenin ihtiyacını sağlayan sebzelerin sulanması, bu şekilde sağlanıyordu. Sebzelikle Köşk arasındaki alanda muhtelif cins çam ağaçları, çiçek tarhları ve meyve ağaçları bulunmaktaydı.

 

TEKRAR AİLEYE DÖNERSEK, 
1934 yılında Soyadı Kanunu çıktıktan sonra, Aile Nural soyadını almıştır. Ahmet Nuri Nural ve eşi Zeynep Hanım gerçekten çok aydın insanlardı. Çocuklarının eğitimine her şeyin ötesinde önem vermişlerdi. Çocuklarının hemen hepsini çok güçlü okullarda okutmuşlar, bir kısmını da yurt dışına eğitime yollamışlardır. 

Ahmet Nuri ve Zeynep Nural’ın vefatından sonra, Nural Köşkü eski hayat dolu halini yitirmişti. Hele kardeşlerin de bir kısmı yaşama veda edince, Köşk artık neredeyse boşalmıştı. Aradan bir süre geçtikten sonra, 1962 yılında İlhan Nural, kardeşlerine Köşkü kendisinin satın almak istediğini bildirdi. Sonuçta Köşke değer biçildi ve İlhan Nural her bir kardeşin payını nakden ödeyerek, Köşkü kardeşlerden satın aldı. Nural Köşkü artık İlhan – Vreni Nural’ın olmuştu. 

İlhan Nural, Vreni Luise Hoegger ile Zürich’te tanışmıştı. Hoegger Ailesi Zürich’in oldukça tanınan simalarındandı. Baba Max Hoegger isim yapmış bir mimar, anne Dora ise ev hanımıydı. İlhan Nuran’ın askerlik görevini tamamlamak zorunda olması, birbirlerini seven bu çiftin yolunu ister istemez İstanbul’a çevirmişti. Genç ve güzel bir kız olan Vreni, bu konuda hiç tereddüt etmeden Nural Köşküne gelin olarak katılmayı kabul etti. İlhan – Vreni çifti gerçekten de mutlu bir yaşam sürdürdüler.

Maalesef İlhan Nural genç yaşta vefat etti. 1989 yılında yakalandığı amansız bir mide hastalığı sonucunda, tüm uğraşılara rağmen, hayata döndürülemedi. 
Vreni Hanımın önünde iki seçenek kalmıştı. Eşinin de tavsiye ettiği gibi ya bu muhteşem varlığı satmak ve İsviçre’ye yerleşerek, yaşamının sonunu kendi vatanında karşılamak veya çok sevdiği, iyi kötü tüm anılarının geçtiği Göztepe’de kalmak. O, ikinci yolu tercih etti.

VAKIF KURULUYOR 
Vreni Hanım’ın saydığımız vasıflarının yanı sıra, onun sakin ve tutarlı bir düşünce yapısına da sahip olduğunu söylemek gerekir. Yaşamının, bundan sonraki Göztepe bölümünü, tanzim etmesi gerekiyordu. Bu konuda onu her zaman koruyan ve yaşadığı davalarda yanında yer alan avukatı Haldun Ayman’a güveniyordu. Süleyman Nural’ın damadı Altan Edis’i de yanına alarak, Köşkün bir vakıf haline dönüşmesine karar verdi. 

Bu durumda Köşk, kurulacak olan vakfın ana varlık fonunu oluşturacaktı. Fakat iş onunla bitmiyordu. Vakfa sürekli gelir yaratmak gerekiyordu. Bu nedenle Köşkün 7 dönümlük bahçesinden yararlanılarak, arazinin bir kısmına gelir sağlayıcı iki güzel bina inşa edildi. 

Vreni Nural, yaşamının sonuna kadar gururlu bir şekilde İlhan – Vreni Nural, Eğitim, Kültür ve Sanat Vakfının Başkanlık unvanını korudu. Her gün büyük bir keyifle kurduğu vakfa gelip, kahvesini içti. 

Vakfın kuruluşu olan 2001 yılından bu yana, binlerce öğrencimize burs verildi ve onların eğitimi sağlandı. Gereksinim içinde olan okullarımıza el verilerek, onlara da destek olundu. Bugün olduğu gibi sadece burs dağıtarak, görev yapılmıyor. Öğrencilerimizle sık sık bir araya gelerek sohbet toplantıları, cıvar şehirlere kültürel geziler düzenlenmektedir. 

Ne yazık ki Vreni Hanımı 12 Eylül 2020 yılında kaybettik. Zürich’te anne ve babasının yanına gömülmek, son arzularından biriydi. Öyle de oldu.
Bugün Aile bireyleri onun ölümünden sonra da var güçleriyle bu kurumun dirlik ve düzeni için çaba göstermektedirler. Vakfın kuruluş amacını sonsuza dek sürdürmek, hepimizin en önde gelen görevi olmuştur.

Bugünlerde Nural Köşkünün dış cephesini yeniden ele aldık ve onu eski günlerini aratmayacak tarzda yeniledik. Yük. Mim. Doret Bardavit, bu güzel yapıyı, derin tarihi bilgisi ve araştırmacılığı ile 121 yıl, geriye taşıyarak gençleştirdi.

Keşke Sevgili Yengemiz, Başkanımız Vreni Hanım da aramızda olabilseydi…

EMEKLERİNİ UNUTMAYACAĞIZ

Av. HALDUN AYMAN: Vakfımızın kurucu üyeleri arasında yer alan Av. Haldun Ayman’a pek çok şey borçluyuz. İlk Tüzüğümüzü kaleme almış ve tüm kuruluş süreçlerimizi büyük bir titizlikle tamamlamıştır. Aynı şekilde kurumsallaşma adımlarımızın atılmasında da öncülük görevi üstlenmiştir. Av. Haldun Ayman, sahip olduğu engin hukuk bilgisi ile Kurucumuz Vreni L. Nural’a her zaman destek olmuş ve hepimizin saygısını kazanmıştır. 2009 yılında aramızdan ayrılan büyüğümüzü rahmetle anıyoruz.

ASLI BİRAND EMİRMAHMUTOĞLU: Her zamanki güler yüzü ve dinamik yapısıyla bizlerin ve tüm öğrencilerimizin gönlünü kazanan, Sevgili çalışma arkadaşımız Aslı’yı, hiçbir zaman unutmayacağız. Erken yaşta yakalandığı amansız hastalık, onu hiç beklenmedik şekilde aramızdan aldı. Vakfımıza ve öğrencilerimize unutulmayacak katkıları olan Sevgili Aslı’ya tanrıdan rahmet diliyoruz.